Zaten karanlıkken
daha da kararmak üzere olan bir Şubat akşamüstüsü Caddebostan’da... Babamla
yaptığımız sınırlı sosyal işlerden birini yapacağız, annemi ve kardeşimi eve
bırakıp Feneryolu'da hala duran benzincinin arka tarafındaki yıkamacıda araba
yıkatacağız.
Yeni haftaya saatler kaldığı için epeyce kalabalık yıkamacı. Arabayı
bırakıp iniyoruz, herkes gibi yıkanan arabaların seyredildiği kapalı bölmeye
gidiyoruz ama içerde yer yok. Tekrar dışarı çıkıyoruz, babamın uzun lacivert
çok güzel bir kabanı var. Ellerini cebine sokup Tekel 2000’i çıkartıyor ve yakıyor,
soğuk havanın dumanı sigara dumanına karışıyor ve bana dönüp görüyormusun
diyor..
Neyi? der gibi babama bakıyorum, gözleriyle yan tarafı işaret ediyor.
Sadece babam ve benim dışarıda durduğumuzu düşündüğüm yerde kendini gizler gibi
içerlekte elinde sigarayla duran O’nu görüyorum, soğuktan kıpkırmızı olmuş
burnu, elinde sigarası kahverengi deri ceketi, ve en önemlisi dev boyu..
İnanamıyorum gözlerime, babamı uzun boylu cüsseli bilirim ben, babam minik
duruyor yanında.
Kocaman bir adam,
o yaşta neredeyse tüm filmlerini hatim etmiş biri olarak bunu farkedememiş
olmak çok şaşırtıyor beni. O, kenarda bir eli deri ceketinin cebinde kırmızı
burnu, çatık kaşları ve etrafa hiç bakmayışıyla şenşakrak İnek Şaban’ı değil
dram sanatının örnekleri öğretmen Hüsnü’yü, çöpçüler kralındaki Apti’yi andırıyor daha çok.
Heyecanımı
yenemiyorum ama hayal kırıklığım da var... Çocuk şenliği kapsamında evimize
gelen Avusturyalı çocuklara bile oturtup onun filmlerini izletmişliğim, zerre
sözcüğünü anlamamalarına rağmen kahkahalarlar gülmüşlükleri var. Çocukluğumun
birkaç iyi adamından biri, çatık kaşıyla dönüp bakmıyor bile bana.. Baba diyorum hiç gülmüyor çok
değişik, babam diyor ki, oğlum filmlerde gördüklerinle gerçek hayat farklı, o
da öyle bir insan demek ki.
Gerçek hayat var
değil mi? Hayatın filmlerdeki gibi olmadığı gerçeğinin ilk dersi Aktör değil,
insan Kemal Sunal’la oldu benim için..