26 Kasım 2009 Perşembe

Merseyside savaşı: Liverpool-Everton



Malum derbiler haftası bu hafta, Sampdoria -Genoa, Barça Real, Partizan -Kızılyıldız, Sporting- Benfica ve Liverpool -Everton. Bu kadar çok derbi bir hafta sonuna sığışınca iştahımız kabarıyor açıkçası. Sampdoria-Genoa'yı daha önce yayınlamıştım blog'da şimdi de Merseyside'ı ekliyorum. Hafta içi de , Portekiz ve Sırbistan derbilerini ekleyeceğim.. Buyrun ;


Yağmurlar, asalet, geleneksellik, kraliçe ve futbol... Bunlar Britanya’nın ismi anıldığında ilk aklımıza gelen kavramlar. Bizim işimiz sonucusu, yani futbolla. Yeşil sahanın meşin yuvarlakla tanıştığı, birbirlerine çarpıldıkları, aşkın doğduğu ülkenin toprakları... Dillere pelesenk olmuş “Futbolun beşiği” deyişinin başaktörü olan İngiltere ve onun her semti, her mahallesi, her sokağı, buram buram futbol kokan liman kenti Liverpool... Bu kenti sevmek için birçok neden var elimizde ama futbol tutkunu olmak yeterli şimdilik... Bu küçük kentten çıkıp Dünya futboluna damga vurmuş 115 yıllık bir rekabetin terazisine konmuş iki takım, Mersey nehrinin iki yakasına dağılmış mavinin ve kızılın yani F.C Liverpool ve Everton F.C’nin tarih boyunca birlikteliğinin öyküsü bizimkisi...

Fakat bu öyküde derbi portrelerinde alışageldiğimiz şiddet ve nefret yok. Aynı şehirde beraber yaşayabilen birbirlerinin yokolmasını istemeyen, ama rekabet ortamını sonuna kadar soluyan, solumayı seven ve renklerine taparcasına aşık iki kulüp var sadece... Öykü savaşın öyküsü olmadığına göre rekabetin miladı da spesifik bir olay değil bu kulüplerin doğumu olacaktır elbette.

1872 yılında bir protestan kilisesi olan St. Domingo tarafından kuruldu “St.Domingo Football Clup”... Kriket ve futbol etkinlikleri yapıyorlardı ilk yıllarında. Kuruluşundan tam bir yıl sonra, kilise dışı insanların da katılımıyla, bir semt adı olan Everton’un ismiyle yer değiştirdi ve “Everton FC” olarak geldi günümüze kadar.... 1888 yılında kurulan, İngiltere tarihindeki ilk resmi ligin kurucusu kulüpler içerisinde yer aldı ve iki yıl sonra da o ligin şampiyonu oldu. Bu yıllarda maçlarını Anfield Road’daki çitlerle çevrili alanda yapıyordu maviler. Liverpool’da kayıtlı olan onlarca futbol takımı vardı ama sadece Everton binleri topluyordu o çitlerin etrafına. Erken gelen şampiyonlukla birlikte Liverpool halkı iyiden iyiye sahiplendi takımları Everton’u...

1892 yılı Everton tarihi açısından belki de en önemli yıldı. Kentin ünlü bira imalatçısı ve Everton’un başkanı John Houlding aynı zamanda mavilerin maç yaptığı Anfield Road’daki sahanın sahibiydi. Tamamen ticari bir zihniyete sahip olan Houlding şampiyonluktan hemen sonraki yıl kulübün kullandığı sahanın kirasını artırmak isteyince, toplanan kongre bu zammı kabul etmiyor ve terk ediyordu Anfield Road’u. Bu duruma sinirlenen Houlding sahibi olduğu sahada oynatabilmek amacıyla bir takım kurmaya karar verdi. Ancak İngiltere futbol federasyonu “F.A” Everton isimli bir takımı daha kabul etmeyeceğini belirtince başka bir arayışa yöneldi Houlding... Mavilerin yakaladığı tüm başarıları ve popülariteyi yakalayacağı umuduyla Anfield’in yeni sahibini “Kızıllar” yani F.C Liverpool’u sundu futbol sahnesine. İşte bu noktada, futbola ticari bakışı yüzünden o dönemde fütursuzca eleştirilen ve kenti ikiye bölmekle suçlanan Houlding’in aslında İngiltere spor tarihine nasıl bir hizmette bulunduğunun altını kalınca çizmek gerekli...
Liverpool F.C 15 Mart 1892 yılında futbol sahnesindeki yerini resmen almış oldu. Everton’un ayrılışı sonrasında sadece üç oyuncu Houlding’in yanında kalmıştı dolayısıyla takımı toparlayacak oyunculara daha da önemlisi bir antrenöre ihtiyacı vardı. Bu açığını John Mckenna ile anlaşarak kapattı ve İskoçya’dan on üç profesyonel futbolcu getirildi... İlk yıllında Lancashire ligi denilen yerel bir ligde şampiyon olan kızılllar, böylelikle ikinci profesyonel lige adım attılar. Ama birinci lige ve komşuları Everton’un yanına gidebilmek için sabırsızlardı. İkinci ligde yenilgisiz şampiyon olduklarında artık tüm ülke Liverpool futbol takımının ismini biliyordu...



1891’deki şampiyonluktan sonra evinden kovulan Everton bunun acısını çıkarmak için çok uzun beklememişti. 1895 yılında Everton’un evi Goodison Park’da tarihlerinin ilk maçını oynamak için buluştu maviler ve kızıllar. Rekabet anlamında çok ilgi çekti bu maç, Anfield’den kovulanla kovanın maçı olarak adlandırıldı halk arasında ve kovulanın 3-0 üstünlüğüyle bitti... Bu kovulma hikayesi sayesinde büyük puan toplamıştı Everton. İnsanoğlunun ezileni sahiplenme içgüdüsü halkın büyük çoğunluğunu onların safına çekmişti...

Evet Houlding’in stad kiralama hikayesi kentin iki takımını karşı karşıya getirmişti, ama başka bir ülkede olsa rahatlıkla kan davası sayılacak, uzun yıllar birbirini yoketme uğraşısı içine girecek iki düşman yaratacak, stadları savaş alanına çevirecek “ezilmişle-ezen” olgusunu su yüzüne çıkaracaktı... Liverpool’da ise sadece futbol rekabeti olarak kalıyordu. Rekabeti yaratan mitlerin çıkış noktası “Houlding” olayıyla sınırlı değildi. Uzunca süre, zihinleri meşgul eden ve doğruluğu-yanlışlığı tartışılan, birçok kaynakta farklı yorumları ve sonuçları olan bir durum vardı iki kulüp arasında. Adanın kuzeyinde Glasgow’da vuku bulan rekabet ortamının benzerinin Merseyside’a bulaştığı, kilisenin ve mezheplerin iki kulübü ayırdığı, ıspatlanamasa da çokça konuşulan bir durumdu. Everton’un Protestan bir kilise tarafında kurulmuş olması ve uzunca süre kilise papazlarının etkisinde kalması, oyuncuların kiliseden olması onlara “Protestan Kulübü” payesini verdi... Buna karşılık F.C Liverpool’un ilk yılında anlaştığı 13 İskoç oyuncunun tamamının katolik olması da bu iddayı güçlendirdi, fakat sonraki yıllarda buna benzer veya bunu destekleyen somut bir adım hiç bir zaman atılmadı. İki kulüpte hem protestan hem katolik oyunculara ve taraftarlara sahip oldu... Bu da kanıtlanamamış bir bahis olarak yerini aldı derbi sayfalarında...

Dönelim kızılların, o zamanın “Premier ligi” olan birinci lig macerasına. İlk yıllarında çaylaklığın verdiği çekingenlikle lige soğuk bir başlangıç yapsalar da önce 1898 yılında Everton’dan rövanşı alıp daha sonra 1901 yılında ilk lig şampiyonluklarını kazandılar. Everton ise 1915 yılına kadar bekleyip ikinci defa şampiyonluk tacını taktı. Kazandığı bu şampiyonluktan sonra, armasına kulüp felsefesi olarak kabul ettikleri Latince “Nil Satis Nisi Optimum” (Sadece en iyi yeterince iyidir) yazdırdılar ve bunu kulüp tarihleri için bir milat kabul ettiler. Mersey’in mavileri kuruluş gününden yana şehirin daha çok sevilen ve taraftar sayısı daha çok olan takımıydı. Goodison park hemen her maç dolu tribünlere ev sahipliği yapıyordu...



1959 yılı kızıllar için doğan güneşin habercisiydi... O yıl antrenör olarak yeni göreve gelen kişi, kızılların bu gün Avrupa’nın en iyi takımları arasında anılmasında başrolü oynayan, tribünlerde, pankartlarda flamalarda resmi hiç eksik olmayan ve stadyumun giriş kapılarına bile ismi verilmiş efsane Bill Shankly’den başkası değildi. Liverpool, 1959 yılında ikinci ligin dibine demir atmışken göreve gelen Shankly, takımda adeta devrim yaptı. Yirmi dört oyuncuyla yollarını ayırdı ve yepyeni bir kadro kurdu. O kadro, bir kaç yıl sonra 1964’de şampiyon olarak inanılmaz bir çıkış örneği gösterdi.



Bu şampiyonluk bir anlamda herşeyin başlangıcıydı. Liverpool uzun yıllar sürecek İngiltere ve Avrupa hükümdarlığını ilan etmek üzereydi. Shankly’nin kurduğu imparatorluk, üç lig şampiyonluğu, bir Uefa kupası, üç tane de “FA Cup” zaferi yaşadı. 1974’de yerini yardımcısı Bob Paisley’e bıraktığında altın bir mirası da devretmiş oldu. Paisley’de bu mirası iyi değerlendirdi. Altı lig şampiyonluğu, bir Uefa kupası üç Avrupa Şampiyon kulüpler kupası daha da önemlisi yıllarca unutulmayacak bir Liverpool efsanesi ekleyerek emekli oldu. Evet bütün bu başarıların mimarı efsane Bill Shankly’nin Liverpool taraftarları tarafından tarihlerinde en çok sevilen kişi olarak seçilmesinin sebebi taraftar ve onların psikolojisine olan yakınlığı idi. Kendi geçmişiyle yakın ilişki kurduğundan olsa gerek sürekli taraftar çıkarlarını gözetiyor, onlarla konuşuyor maç yorumları yapıyor ve dertlerini dinliyordu. Taraftar ruhunu ve onların taleplerini bu kadar iyi bilen bir ikonun, ezeli rekabete değinmemesi şaşırtıcı olurdu. Nitekim “Liverpool kentinde iki büyük takım vardır; Biri Liverpool F.C diğerdi de Liverpool F.C yedekleri” söylemiyle kızıl tribünlerde infial yaratmayı başarmış biridir Shankly...



Evet devir kızılların devriyidi ama Everton ve sadık güruhu artık başarıya aç bir şekilde ezeli rakipleri izlemekten sıkılmışlardı. Howard Kendall mavilerin teknik direktörlüğünü üstlendiğinde herkes ikinci bir Shankly’nin Mersey’in diğer yakasında vücuda geldiğine inanıyordu. Zira ezeli rakipleriyle kıyasıya bir mücadeleye giriştiler ve 1985 yılında şampiyonluğa uzandılar. Aynı yıl kazandıkları Kupa Galipleri Kupası Everton’ın ayak sesleriydi. Bu kupa sırasında oynadıkları ve 3-1 kazandıkları Bayern München maçı Goodison Park’ın tarihinde gördüğü en iyi maç olarak seçildi taraftarları tarafından. Efsane yaratma sırası mavilerdeydi... Önlerinde Avrupa Şampiyon Kulüpler kupası vardı ve kupanın en iddalı takımıydı Everton. Ama hayal edilmesi bile zor bir engelin önlerine çıkacağını nerden bilebilirlerdi?




Everton’un Kupa Galiplerini kazandığı vakitler ezeli rakipleri Liverpool, yine Şampiyon Kulüpler Finalini oynuyordu. Bu defa rakip İtalyan Juventus, mekanda Belçika’nın Heysel stadyumuydu. Bol miktarda alkol tüketen İngilizler, maçtan bir saat önce tribünde Juventus taraftarlarıyla kendilerini ayıran güvenlik boşluğuna toplu halde bir hamle yaptılar, henüz ne olduğu anlaşılmadan Juvelilerin bulunduğu tribüne doğru hızla hareket eden İngilizler demir telleri yıkarak yan tarafa ulaştılar, kendilerini korumak için kaçmaya çalışan Juventus taraftarları kalabalığın içinde bir anda izdihama sebep oldu, yüzlerce insan birbirini ezerek kaçışmaya çalışıyordu, aslında faciaya koşuyorlardı... Sonuç: Çoğunluğu Juventus taraftarı otuz dokuz kişinin ölümü ve İngiliz futbol kulüplerinin UEFA tarafından beş yıl Avrupa Kupası müsabakalarından men edilmesi...




Bu netice tahmin eldileceği gibi hemen tüm İngiltere’yi kedere boğdu ama en çok da Everton ahalisini... Tam sıra kendilerine gelmişken ve en formda dönemlerini Avrupa başarılarıyla süslemek üzerelerken daha da önemlisi yıllarca ezeli rakiplerinin gölgesinde kalıp tam onları yakalama ivmesine ulaşmışken yine onların yüzünden Avrupa’dan men edilemeleri üzüntüyü kısa zamanda öfkeye çevirdi mavilerin adına. Rekabet yüz yıllık tarihine ulaşmışken en gergin günlerini yaşamaya başlamıştı. Kente hakim olan bu nefret duygusuna ilk başlarda hiç alışamadı Liverpool halkı. Aynı Londra derbilerinde olduğu gibi futbolun kirli yüzü olan kavga ve şiddet kent caddelerini esir almıştı... Artık eskisi gibi mavi ve kızıl formalar bir arada stayum yolunda yada Stanley Park’da gezemiyor gerginlik her an her yerde patlak verebiliyordu...




Merseyside’ın bu denli kinle dolup taşması fazla uzun sürmeyecekti, ama barışın sağlanma sebebi yine üzücü bir olay ve İngiltere tarihinde başka bir kara leke olan “Hillsborough faciası” olması sevinilecek çok fazla yan bulunmamasına neden oldu. Sheffield’in sahasında oynanan F.A Cup yarı finali için orada bulunan Liverpool tarfatarlarının bulunduğu tribün, haddinden fazla dolunca, oluşan izdiham ve sıkışmadan dolayı tam doksan altı Liverpool taraftarı hayatını kaybetti. İngiltere spor tarihinin en kötü günlerinden biri zapta geçiyordu... Liverpool halkı derin bir hüzünle, yaşadığı faciayı unutmaya çalıştı. Stanley Park’da düzenlenen anma toplantılarından birine ellerinde mumlarla gelen mavi formalı bir grup, mumların aleviyle koca bir buz dağını eritti... Anfield Road’da ki ilk maça birlikte yürüdüler , tribünde birlikte saygı duruşunda bulundular ve birlikte söylediler en hüzünlü şarkıları...

Heysel faciasıyla yeterince antipati toplayan Liverpool, Hillsborough ile eski popüleritesine yeniden kavuştu. Sayısız ülkede sayısız hayranı olan kulüp Beatles’dan sonra Liverpool kentini Dünya’ya tanıtan ikinci olguydu. Ama bir farkla, Liverpool F.C ölümsüzdü!.. Öyle ki, her hafta yüzlerce hayranı onları izlemeye geliyordu Anfield Road’a... Kızıl formalı bir denizin içinde yer alıp Stanley Park’ı geçtikten sonra gelinen “Shankly Gates” ve stada giriş... Futbol mümini her insana fersah fersah sevap kazandıracak bu ibadet şekli stada girdiğinizde size neden kutsal olduğunu ıspatlayacak güzelliğe sahiptir... Muhtemelen çıktığınız tribünün karşısında yer alan “Spion Kop” kırmızı-yeşil ve beyaz bayraklarla karşılar sizi. Bir kaç dakika sonra da bir“Liverpool ritüeli” başlar; fırtınada başını dik tutanların, karanlıktan korkmayanların ve “asla yalnız yürümeyenlerin” türküsü Anfield semalarını doldururken siz çoktan futbol cennetinin düşlerini yaşamaya başlamışsınızdır...



Bu kadar kızıl güzellikten bahsetmişken, çok önemli bir gerçeği ortaya koymak gerekir. O da Everton’un şehirde daha popüler bir takım olduğudur. Evet bu durum başta, şehire ve Britanya’ya uzak insanlar tarafından kabul görmez ama Everton daha köklü tarihi vede 110 yıl önce evinden kovulduğunda peşine taktığı güruhun torunlarıyla her zaman daha kalabalıktır kızıllardan... Stanley Park’ın diğer yakası belki ezeli rakibi kadar başarılı olamamıştır ama hiç bir zaman da onlardan aşağı kalmamıştır, tam silkeleneceği dönemlerde önüne çıkan engeller başarıyı sindirmiş olsa da onlar Liverpool’un mavileridir ve kentin birinci takımıdır...

Bunun için kızılların efsane futbolcusu Greame Souness’e kulak vermek gerekir; ”Everton Liverpool’dan daha büyük bir kulüptür. Merseyside’de nereye giderseniz gidin mutlaka bir Everton taraftarına çarparsınız” bu sözler belki anlatılanların kanıtı olabilir ama daha da çarpıcı bir örnek, yıllarca kızıl forma içinde alkışlanan ve o formayla özdeşleşen oyuncuların geçmişlerine gidildiğinde karşılaşılan gerçeklerdir. Michael Owen, Ian Rush, Steve Mc Manaman, Robbie Fowler gibi, Liverpool klasiği oyuncular da bir çok Liverpool genci gibi mavi formanın aşkıyla büyümüşlerdir.

Everton’un yalnız yürümeyenlere inat efsane tribün şarkıları da vardır. Glasgow’un Parkhead tribünlerinden aşırılmış olsa da iyi bir düzenlemeyle, dillere düşen “Grand Old Team” Everton efsanesi olarak “Gwladys Street” çocukları tarafından, her maç tribünlerde söylenir. Bir bölümü de kızıllara ithaf edilerek!



En başta söyledik, Liverpool şehri sevilmek için bir çok nedeni içinde barındırıyor. Biz kendi payımıza düşeni, yani futbol hücrelerimizi besleyen vitaminleri fazlasıyla alıyoruz bu mekandan. Ama hemen, futbol sevgisinin, renk aşkı sığlığında kaldığı bir şehirin futbolsevere verebileceği ne vardır? Sorusu gelebilir akıllara. Cevabı çok basittir, salt bir futbolsevere diğer yeşil sahalardan farklı olarak verebileceği birşey gerçekten de yoktur ama Merseyside ahalisini kıskanıp onlar gibi mavi ya da kızıl renge gönül vermiş biz “harici taraftarlar” için kutsal topraklardır oralar. Evet, bir kısmına dahil olabildiğimiz kıtanın diğer ucundaki bir adada olan biten futbol mücadelesinden size ne? Soruları mantık çerçevesinde değerlendirilebilir belki. Ama, kıtanın heryerinden benzer duyguları yaşadığımız, tanımasak da yürek birliği içinde olduğumuz yoldaşlarımızı düşündükçe boşveriyoruz türlü soru işaretlerini... Neyse ki bu konuda ismimiz çoğul eklerle anılıyor. Yani “asla yalnız yürümüyoruz...”

4 Kasım 2009 Çarşamba

Four Four Two Kasım sayısındayım.

Sevgili dostum Ali Ece'nin desteği ile 4-4-2 Kasım sayısına Brezilya Serie A yazısı yazdım. Alın okuyun ekonomi de canlansın tiraj da artsın :).

Bu arada işlerin anormal yoğunluğu ve enteresan seyahatler yüzünden uzunca süredir bloga ve spor x'deki köşeme yazı yazamıyorum. Fakat Vücut ve beyin kimyamı toparlamak üzereyim yakında tekrar devam edeceğim yazılara.



Onlar içerdi su boylarında bayramları

İki şişe dimitrikopulo, bir damacana sakız rakısı

Arda boylarını söyleyip klarnet çalarlardı

Çalsana be yunan oğlu, allah affetsin seni

Ben bilmezdim böyle eğlendiklerini...