30 Ağustos 2009 Pazar

WEST HAM-MILLWALL GERÇEĞİ !



Hep söyleriz üzerinde futbol yazan her taşın altından mutlaka bir İngiliz çıkar diye. Futbolu icat edenlerin Dünya’nın dört bir yanında topun oyuna girmesine yardımcı olmalarını ise sömürgeci kimliklerinin bir sonucu olarak açıklayabiliriz ancak... Eğer günün birinde futbolun “ulema sınıfı” oluşturulacak olsaydı bu mutlaka İngiliz bilgelerden oluşan bir topluluk olurdu. Zira oyunun tarihine bu kadar etki eden insanlar için bilgelik mertebesi olağan bir sonuçtur...

Tüm bu sebeplerden dolayı literatüre giren deyişlerin hemen hepsi de İngilizlere aittir. Tıpkı “Derby” sözcüğü gibi. Ortaçağ İngiltere’sinin Derbyshire bölgesinde iki düşman mahallenin birbiriyle olan rekabetine Derby rekabeti denmiş ve zamanla İngiltere’ye daha sonra da tüm Dünya’ya bildiğimiz anlamda yayılmış. Yani derbinin de mucidi İngilizler.

Hal böyle olunca derbi enflasyonuda bu ülkede çok yüksek. Sadece başkent Londra’da onlarca derbi mevcut: Kuzey’de Tottenham-Arsenal, Batı’da Chelsea-Fulham en çok bilinen ve Premiership dahilinde gözde Londra derbileridir. Bunların dışında biri, belki en az bilinenlerinden biri... Londra sokaklarını yıllarca terör ortamında tutan tutkulu ama kanlı, sevda dolu ama vahşi bir mücadele... ikisinin ismi yanyana geldiğinde bir çok insanda dehşet ifadesine neden olan İngiltere’nin en eski derbisi: Millwall F.C-West Ham United...



Aslında çoğu insan onları Green Street Hooligans isimli sinema filmiyle tanıdı. West Ham taraftarının gözünden anlatılan bu film esasen çok sığ bir anlatımla ağırlıklı olarak kavga ve dövüş üzerine kurulu.

Evet filmde gözükenler gerçek hayatta varolan şeyler ama Greens Street dendiğinde insanların akıllarına sadece bu film ve filmde anlatılan taraftar grubu geliyor. Yani Green Street’in West Ham’ın sahası Boleyn Ground’un(Upton park) hemen arkasında olayların sürekli cereyan ettiği uzun caddeye dendiğini, bu caddenin de ismini saha ilk kiralandığında orada bulunan daha sonra stad yapımı için yıkılan “Green Street House” adlı okuldan aldığı anlatılmamış.

Anlatılmayanların en önemlisi de Millwall’dan neden nefret ettikleri... 20’li yaşlardaki gençlerin ellerinde biralarla yaptıkları kavgaların aslında 20. yüzyılın en başlarında Güney Doğu Londra’nın tersaneler bölgesindeki çekiç seslerinin bir anda susmasına dayandığını, hikayenin kökenlerinin çok daha kuvvetli olduğunu hatta “Derbi” sözünü bugün aynı isimle oynanan birçok endüstriyel spor yanlısı, para makinası gözüyle bakılan safsata mücadelelerden çok daha fazla hakettiğini de anlatmalılarmış. Çünkü temelsiz bir bina gibi salt bir şiddet mücadelesi olmadığı, şiddetin dahi bir sebebinin olduğunu gösteren bir rekabet bu.

İngiltere’nin bir çok kulübünün kuruluşuna rehberlik eden işçi sınıfı da bu filmin başrol oyuncuları...
1900’lerin hemen başında Güney Doğu Londra’nın fakir semtlerinde ikamet edenlerin çoğunluğu bölgedeki tersanelerde çalışıyorlardı. Bu tersanelerden birbirlerine rakip olan en büyük iki tanesi Thames Iron Works ve Millwall Iron works idi. Bu iki firma en büyük gemileri üretmeleriyle ünlemişlerdi ve en çok işçi sayısına sahip firmalardı. Dolayısıyla aralarında oluşan rekabet şirketlerden çok işçilerin rebaketiydi.

Dönemin getirdiği ekonomik güçlükler, olayı sosyolojik olarak ele alan işçi gruplarına dönüştürmüştü. O dönemlerde futbol sahaları henüz savaş meydanı olarak kullanılmadığından onlar mahalle aralarını, sokakları, parkları mesken tutmuşlar... Aslında ikisini birbirinden ayıran unsurlar çok daha fazla ve işin futbol yönü sadece modern dönemde kendilerini ıspat için kullanılan bir gereç...



Biz yine de topa bakalım. Millwall F.C’nin kafakağıdında 1885 yazıyor. Londra’nın doğusunda Thames nehrinin hemen kenarında Isle of dogs denilen yerde kurulmuş. Kulübün kurucuları James Morton isimli bir demir tüccarının Millwall tersanesinde açtığı konserve yiyecek firmasının çalışanları. İşçilerin tamamı olmasa da büyük çoğunluğu Morton gibi İskoçya vatandaşı. Kulübün ilk başkanı ise İrlanda’lı William Murray.

Kulübün ilk ismini bulundukları tersanenin isminden dem vurarak Millwall Rovers olarak belirlemişler. Renkleri de mavi ve beyaz... İlk yıllarında “tersaneciler” olarak anılan kulüp 1900 yılında F.A Cup yarı finaline yükseldiğinde aramasına bir aslan eklemiş ve o tarihten sonra da “The Lions” yani aslanlar olarak anılmışlar. Kulübün mottosu da tam taraftarlarının ruh halini yansıtan “We Fear No Foe”(hiç bir düşmandan korkmuyoruz) aslında bu söz çok doğru. Çünkü Millwall kendi taraftarları dışında herkesin nefret ettiği bir kulüp. Yani çok fazla düşmanı var.

West Ham United ise 1895 yılında Thames Ironworks F.C ismiyle bu tersanenin işçileri tarafından kurulmuş. Kulüp 1900 yılına kadar bu isimle kalmış, şu anki stadları Upton Park’a taşındıktan sonra ise mahallelerinin ismi olan West Ham United ismini almışlar. İşçilik köklerini ölümsüzleştirmek içinde amblemlerine çekiç eklemişler ve bu tarihten sonra da “The hammers”(çekiçler) olarak anılmışlar.

Upton park’a taşınmalarının ardından ilk maçlarını ezeli rakip Millwall ile yapıp 3-0 kazanmışlar. 10.000 kişinin önünde oynanan bu karşılaşma Daily Mirror’a da konu olmuş ve komşu mahallelerin maçını West Ham’ın kazandığını duyurmuş gazete...

O yıllarda gerçekten de iki komşu mahalle ve iki rakip şirketin işçilerinden öteye gitmeyen sakin bir rekabet halindelerdi. Millwall ve West Ham taraftarlarının kulüplerine olan sevgileri daha o tarihlerde parmakla gösterilecek kadar belirgindi. Çok kalabalıklardı ve bu sebepten dolayı oynadıkları maç saatleri dahi işçilerin çalışma saatlerine göre düzenleniyordu.

Milwall henüz efsane stadı The Den’e taşınmadan önce maçlarını East Ferry Road isimli uzaktaki bir statta oynuyordu. Bu zor şartlara rağmen 1900’lerin başında otuz kırk bin kişilik kitlelere oynadığı anlatılır efsane gibi. Yani bugün görülen tutku aslında yüzyıllık bir tarihe sahip. Dediğimiz gibi iki takımın da bu yıllarda Southern League’de karşılaştıkları maçlar çok kalabalık mahalle maçları gibi algılanıyordu ve rekabet “tatlı” kıvamındaydı henüz.



Günümüzdeki halini almasının miladı ise 1920 yılıdır. O yıl tersane patronlarının düştüğü ekonomik sıkıntılardan sebep işçilerin ücretlerini ödemekte zorlanmaya başlamaları sonucu tüm tersane işçileri birleşerek genel greve gitti.

Uzun yıllar boyunca rakip olan firma işçilerinin grev nedeniyle birleşmesi şaşkınlıkla karşılandı ama kararlılardı. Tersane patronlarıyla kıyasıya pazarlıklara girişildi. Sonuçlar beklenirken içlerinden bir grup gizliden gizliye görüştükleri patronlarıyla anlaşarak grevi bıraktı ve tekrar işbaşı yaptılar.

En kalabalık gruplardan biri olan ve çalışanlarının hemen hepsi Millwall taraftarı olan “Millwall shipyard“ isimli bu şirket işçileri grev yanlısı çalışanların hedefi haline geldi. Tepki gösterenlerin içinde West Hamlıların oluşturduğu Thames Ironworks şirketi başı çekiyordu. Tepkilerini eyleme dönüştürmeye karar verdiler. Gruplar halinde işyerlerine giden Millwalllular’a sistemli bir şekilde saldırılar başladı.



Karşılık vermekte gecikmeyen Millwall çalışanlarının 1921 yılının hemen başında Thames işçisi bir genci döverek öldürmeleri sonucu Güney Londra tarihinin en şiddetli mahalle savaşları başladı. İki rakip firmanın çalışanlarının sorunu bir anda ülke sorunu haline gelmişti. Olaylar güvenlik güçleri tarafından bastırıldı fakat iki tarafta o gün itibarıyla yıllarca sürecek nefret tohumlarını attılar topraklarına.

Bu durum bir kaç yıl daha münferit olaylarla devam ettiyse de hiç biri 1922 yılında West Ham’ın sahasında oynan East End Cup maçı kadar kanlı olmadı. Bu maçın iki yıl önce bir kaç ay süren mahalle savaşlarının devamı olacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Çünkü iki takımda o mahallelerin simgesiydi. Upton park etrafında toplanan binlerce West Ham taraftarı ortaçağ Avrupa’sındaki savaşlar misali karşı yönden gelen ve yine sayıları binlerle ifade edilebilecek kadar çok Millwall’lu ile işte bugün o ünlü “Green Street” olarak bildiğimiz cadde üzerinde çarpıştılar. Olaylar sonunda üç polis ve yedi taraftar hayatını kaybetti. Millwalllular o gün kazandıkları maçın değil, öldürülen beş West Ham taraftarının istatistiğini tutarlar bu gün hala...



İki Kulüp arasındaki tatlı rekabetin kanlı rekabete dönüştüğü bu tarihin ardından tüm maçları büyük olaylara sahne olmuştur. Ancak yıllar West Ham United’i sportif anlamda mutlu etmiş o dönemki adıyla 1.lig, F.A Cup ve Avrupa kupalarında kazandıkları başarıları Millwall tarafı uzaktan izleyebilmiştir. Bu durum uzunca süre aynı ligde mücadele edememelerine sebep olduğundan ender şekilde karşılaştıkları F.A cup maçları da büyük heyecanla beklenir olmuştu...

1950’li yıllarda Millwall kulübünün sportif başarıya hasret kalmış olması ve bunun Güney Doğu Londra’nın fakir mahallelerindeki suç oranının yükselip, çeteleşmenin oluştuğu bir döneme denk gelmesi Millwall taraftarlarını da bu oluşumların içine soktu. Çeteleşip sürekli büyüyen suç makinaları haline geldiler. Bu sebepten birçok futbol kulübü taraftarlarını bu deplasmana getirmek istemedi.

Millwall taraftarları ise çok kalabalık şekilde gittikleri tüm deplamasmanlarda büyük olaylara neden oldular. İşte Millwall’un İngiltere’de ismi her duyulduğunda insanların yüzünde dehşet ifadesi oluşmasına yol açan, halka göre; katiller, Londra polisine göre; baş belaları, Scotland Yard’a göre; Avrupa’nın en tehlikeli taraftar oluşumu, Demir Lady Margaret Thatcher ‘a göre ise “hayvanlar” olarak tabir edilen taraftar grubu “Bushwackers” da bu dönemde kurulmuştur. O tarihlerde başlıca görevleri gasp, adam yaralamak, hırsızlık, çetecilik gibi yukarda sayılan sıfatları hakeden işler olsa da daha sonraları Millwall’un tribün gücünü oluşturarak 1980’li yıllarda Britanya’da baş gösteren “Hooliganism” kavramının öncüleri haline gelmişlerdir.



Grup gerçektende tüm Londra’da adından korkuyla bahsedilen bir oluşumdur. Zaten mottoları da formalarının arkasına yazdıkları gibi ”No one likes us but we don’t care” dir.

Holigan kavramını tüm Dünya’ya tanıtan Londra’nın East End bölgesinde yani hem West Ham’ın hem Millwall’un doğum yeri olan bölgede yaşayan İrlanda’lı bir suç ailesidir. Dolayısıyla hem Millwall hemde West Ham taraftarları “Holigan” kavramının tam karşılığıdır. Yukarda bahsettiğimiz tribün terörü hareketinin West Ham temsilcileri ise Bushwackers kadar olmasa da yine şiddet kökenli ama zamanla çok daha fazla saygı duyulan ve Dünya’da bir çok kulübün taraftar gruplarına bu ismi vermesine sebep olan efsanevi “Inter City Firm” ICF’dir.

Grup Millwall’la olan mücadelelerin savaşçı gücüdür. Green Street Holigans filminde ele alınan grup “Green Street Elite” aslen ICF’dir... Zaten Green Street Hooligans filminin aslı, yani fikir babası da 1988 yapımı Gary Oldman’in başrolünü oynadığı ve tamamen Inter City Firm ve West Ham taraftarlarını konu alan “The Firm” isimli filmdir.



Milwall ve West Ham 2003 yılında son buluşmalarından tam on yıl sonra Championship liginde bir araya geldiler. Upton Park’da oynanan ilk lig maçından önce çevre yerleşimlerden birinde buluşan iki gruba engel olmak isteyen güvenlik güçleri ve taraftarlar arasında yaşanan arbede sonucunda üç West Ham taraftarı hayatını kaybetti. Bushwackers 1922 yılında öldürülen beş West Ham taraftarıyla birlikte bu maçta ölenleri hesaba katarak üzerinde “8” yazılı t-shirtler yaptırdılar. West Hamlılar ise 80 yıl önce ki grev olayında dem vurup “katil işbirlikçiler” pankartları açtılar.

Aslında aynı semtin, benzer tutkularla hayata sarılmış delikanlıları gibiler. Fakat hayata baktıkları pencerenin renkleri farklı. Daha da ötesi bir asır önce temelleri atılan nefret tohumlarının esaretinden kurtulamamış yada kurtulmak istemeyen nesilden nesile aktarılan bir düşmanlığın çocukları haline getirilmişler.

10 yaşını deviren her West Ham taraftarı çocuğa, babaları tarafından ICF efsanesinin anlatılması, Boleyn Ground’da maç izleme tutkusunun ve aşağı mahalleli Millwall taraftarlarını bir gün ezebilme hayalinin empoze edilmesi vazgeçilmez bir gelenek...

Tıpkı Millwall’lu gencin Chelsea deplasmanında babasıyla beraber omuz omuza çarpışması gibi. Birbirlerine çok yakın ama birbirlerinden ölesiye uzak iki mahallenin, iki halkın Güney Londra’nın ara sokaklarından tüm Dünya’ya yayılan nefretinin hikayesi bu... East Ham metro istasyonunun hemen çıkışındaki telefon kulübesinin neden yıkık olduğu daha net anlaşılıyor şimdi. 20’li yaşlarda ki gençlerin ellerinde biralarla yumruk yumruğa ölesiye kavga etmelerinin sebebi de...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Duydum ki okumuşsun...

Hani blogların yazılış amacıyla ilgili bir anket yapılsa sayısız farklı sebep çıkar ortaya. Elbette ben de sadece ve sadece kendi kişisel tatminim için futbol yazmaya oturdum. Zaten bugüne kadar topun dışına da çıkmadım aslında, çıkmaya da hiç niyetim yok. Her ne kadar kişisel blogum da olsa futbol yazma amaçlı koşturduğumdan sebep abik gubik kişisel yazılarla buraları takip edenlerin zamanını almak istemem.

Ancaaak, blogun akıl almayacak yerlere ulaşabilme yetisi beni şaşırtmaya devam ediyor. Bunun son ve belki de en önemli örneğini bu hafta yaşadım. 1995'den beri hayatımın her manada kahramanı olan şahısın bu satırlara ulaşması inanılmaz şaşırttı beni. E madem okuyabiliyor bir defaya mahsus şahsi alınsın yazılanları.

Şimdilerde komşularımızın en güzeline yerleşme çabasında. Kapıda vize bekliyor, daha da önemlisi gidiyor... Çok isteyerek gidiyor, hırslı. Muhtemelen başaracak, bunun için gereken her türlü yeteneğe, vizyona ve istekliliğe sahip. Aylardır bunu bekliyordu zaten. Böyle bir şey için sevinmemek mümkün mü? Bazen maalesef mümkün...

Belki karşılaşırız umuduyla olabilecek her organizasyonu onun semtinde yapmayacağız artık. Kahve içebilmenin umuduyla yatıp kalkmak bile gereksiz. En yakın kahve 2000 km ötede... Kaybedilen 10 kg'nın bile anlamı yok, kime göstereceksin ki? Hiç bilemeyeceğimiz-bilemeyeceğin sebeplerden oluşan birliktesizlik ortamı az olan ümidini yitirmek üzere. Ve "desteğimiz sonuna kadar seninle, başarılı olacağına kesin inanıyoruz, iyiki gidiyorsun" temennileri içimize akan damlaların maskesi maalesef. Neyse ki ahalisiz evin ve beyaz şarabın sayesinde o maskeye ihtiyaç duymuyoruz.

Daha yazılacak onlarca cümlenin anafikrini anlatabilmek istedim. Balık sözün var, ben balık sevmem ama eğer hala orada olacaksan istiyorum ben o balığı, geleceğim almaya...