30 Eylül 2009 Çarşamba

İşini yap İlker Yasin (onu da yapamıyorsun ama...)



Sen, Monaco-Galatasaray maçında bağıra bağıra ağlarken, Fenerbahçe-Frankfurt maçında hem penaltı hem gol diye gırtlağını yırtarken, hadi hepsini geçtim Manchester United maçlarını anlatırken, Patrice Evra'nın 14 kardeşini bütün heyecanınla seyirciye aktarırken ki coşkundan sonra Cska-Beşiktaş maçının hesabını kime vereceksin?

Donuk ses tonuyla 15 gün önce oynanmış bir maçı tekrar anlatır gibi ekran başında bayılmamıza sebep oluyosun, yalan yanlış bilgiler veriyosun, sürekli takımı eleştiriyosun. Bireylere yöneliyosun. 8 milyonluk Tabata, en golcü Bobo, yedek oturuyor diyerek aklınca Denizli'ye veriştiriyorsun. Hoca'dan maç esnsında Mustafa diye bahsedip düzeltmeye çalışıyorsun. Maç 2-1 bitmiş Beşiktaş 6 maçtır bilmem kaç dakkadır gol atamıyor diyosun. Sonra da kalkıp Rüştü için artık yeri doldurulmalı sanki diye görüş bildiriyorsun.

Şimdi biz de kalkıp artık İlker Yasin'e de bi alternatif lazım desek abes mi olur? Ne de olsa o da en az Rüüştü kadar işini yanlış yapıyor. İlker Yasin'e alternatif çook uzun zamandan beri gerekliydi. Rüştü hayatının en azından bir dönemini işini çok iyi yaparak geçirirken, kendisi o başarıyı hiç bir zaman gösteremedi.

Sen İlker Yasin olarak Beşiktaş hakkında atıp tutmayı bırak lütfen, çünkü en az eleştirdiğin kişiler kurumlar kadar kötü yapıyorsun işini

27 Eylül 2009 Pazar

rezilLİG!

*Ankaraspor küme düşürüldü,

*Lige yeni çıkan takım üst düzey motivasyonda olması gerekirken 6 haftada "0"(sıfır) puanda...

*Geçen yılın şampiyonu 6 haftada 6 puan, ikincisi 1 puan almış durumda

*Galatasaray ve Fenerbahçe kendi aralarında lig oynar gibi tüm maçlarını kazanıyorlar...

bu iki takımın arasına girebilecek takım kim olur Allah bilir. Güçlü Anadolu takımı yok. İyi denen Bursa biraz güçlü takımlara asla kafa tutabilecek kapasitede değil. Ancak zayıf takımlara karşı üstünlük kurabiliyorlar.

Antalyaspor Fenerbahçe maçını izledikten sonra ayrıca anladım ki bu sene ligde kalma mücadelesi değil ligden düşme mücadelesi olacak. Zira mevcut takımların hepsi bunun uğraşını veriyormuşcasına mücadele ediyorlar. Antalyaspor'un, Kasımpaşa'nın, Denizli'nin, Sivas'ın, Antep'in top oynama niyetleri çok zayıf.

Biz bu lig kalitemizle nereye nasıl gideriz, nerde ne yaparız, gelecek Avrupa ve Dünya şampiyonalarında nasıl başarılı oluruz bilemem. Ama bildiğim tek şey var, o da Maraton programında Fenerbahçe'nin ikinci golünde dört sarı lacivertlinin Antalya yarı sahasında tek başlarına kalmasının Avrupa'da gösterilse haftanın en komik karesi olur söyleminin doğruluğudur.

Allah sonumuzu hayır etsin

22 Eylül 2009 Salı

Hoşgeldin!




Hope everything is going well?..

Your City missed you!

19 Eylül 2009 Cumartesi

gEL BAKALIM Süleyman Hurma




Hiç gelmeyecek sanmıştın heralde o gün değil mi? Gazı verdiler, çıktın aynı ligde oynadığın rakibinin televizyonundan Beşiktaş'a açık açık salladın, utanmadan, umarsızca, daha da melankolikleştiriym acımasızca salladın. Beşiktaş diyemedin, "birileri" dedin, transfer yapmayı öğrenmeli dedin. Arkandan sufle veren abilerini duyabilmek için eğildikçe eğildin, gerindikçe gerindin... senle alakası olmayan karanlıkların maşası oldun. Koca Beşiktaş'a, küçük hesaplarınla ayar vermeye kalktın.

Hani bizde meşhur bir şarkı vardır, "alçaklara kar yağıyor üşümedin mi, sen bu işin sonunu düşünmedin mi?" diye, sanırım düşünmedin... Ee Süleyman efendi, o gün geldi çattı. Sen rakibinin kanalında bir başka rakibin için "birileri" diyip, transfer yapmayı öğrenecekler diyerekten ders vermeye çalışırken bugünleri düşünmemiştin değilmi? ama işte zaman durmuyor, akıp gidiyor Beşiktaş taraftarı da hafiften kindar. En azından bir kere intikam almadan içi rahat etmiyor. Geçen sene "kulübedeyken gözümün içine baka baka küfür ediyorlar" demiştin ya hani, işte bu sene eğer yüreğin yeter de aynı kulübede oturursan olacaklara hazırlıklı ol. O dilini de artık sıkı tut, bir daha ki sefer kopuverir. Beşiktaş büyük taştır altında kalırsınız...

10 Eylül 2009 Perşembe

İddia Motivasyonu!

Mustafa hocanın motivasyon dehası olmadığını herkesin malumu. Fakat bu firsatı bence kaçırmamalı. Ümraniye'nin her köşesine derbinin bahis oranlarını koca koca bastırıp asmak lazım.

Galatasaray galibiyeti @ 1.50! inanılır gibi değil. Bir derbi açında açılan bu oran...
Hemen yurt dışı bahis sitelerini araştırdım, oralarda da durum farklı değil, bildiğimiz standarttan sebeple az daha yüksek 1.75'ler civarı. İddia'nın bahis oranları üzerinde ülkenin demografik özelliklerini bilmesine rağmen kullanmaması komik değil mi? Neyse uzatmayacağım, bu orandan Galatasray'ı kimse almaz . Zaten o maç "1" de bitmez.

5 Eylül 2009 Cumartesi

Trabzon'un içinden-konuk yazar




Trabzonspor'la ilgili bir kaç defa yazı yazmıştım. Malumunuz herkesin etrafında bol miktarda 3 büyük taraftarı varken 4. büyüğün nüfusu azdır. Ama ben yaklaşık 6 yıldır bu konuda çok şanslıyım. Zira Tranzon'un bağrından kopan hem fanatik, hem sosyolog Trabzonsporlu Semih kardeşimle tanışmam 6 yıl öncesine dayanır. 6 yıldır ne zaman Trabzon'la ilgili merakım olsa sağolsun bol bol aydınlatır. Geçenlerde takımın haline üzüle üzüle hırs yapıp oturmuş bilgisayarın başına yazmış durumu, rica etti bize de dokunmadan yayınlamak düştü. Buyrun sosyolog fanatiğin gözünden Trabzonspor analizine.


HUGO BROOS VE FUTBOL FELSEFESİ



Uzun yıllar sonra camianın ısrarla beklediği, Sadri başkanın söz verdiği gibi, yarışmacı bir Trabzonspor hedefi gerçekleşmiş ama son hafta Avni Aker’de yine bir Fenerbahçe faciasının ardından ligler tatile girmişti. Yeni transfer beklentileri, Samet Aybaba esprisi, başkanın çocukça çıkışı ve kongre kararı, Ericsson-Tugay heyecanı, Zaccheroni söylemi derken o ana kadar adını hiç duymadığım Hugo Broos yeni hocası oluverdi Trabzonsporun.

Daha sonra kariyerini gözden geçirdiğimiz Broos’un Yunanistan macerası hariç özellikle ülkesinde bir nevi Türkiye’nin Mustafa Denizlisi olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Aslında olaya daha analitik baktığımızda Ersun Yanal’a başarı grafiği olarak çok daha fazla benzediğini fark edebiliriz.

Broos Belçika’da 3 önemli takımda ciddi başarıların yanına, 2 takımda elde ettiği 3 şampiyonluğu, 4 kez kazandığı Yılın Teknik Adamlığı unvanını eklemiştir. Oysaki Ersun Yanal Denizlispor’dan başlayan süreçte Ankaragücü, Gençlerbirliği, Milli Takım, Manisaspor ve Trabzonspor’da başarılı olduğu şüphesizdir.

Ancak Ersun Hocanın çalıştırdığı takımların (Trabzonspor hariç) şampiyonluk hedefinden oldukça uzak olması (fikirsel ve ufuksal olarak) ona Türkiye Ligleri şampiyonlukları getirememiştir. Bu ön karşılaştırmalar ile kafamı meşgul edip, ligin ilk haftasını da yıllık iznimin sonuna bağlayınca, bu sene Trabzonspor ne yapar düşünceleri günün her anı kafamı kurcalamaya başlamıştı. Görünen o ki çok pas yapan bir takım olacaktı Trabzonspor. Broos’un öğrencileri hazırlık maçlarında bizlere bunu gösteriyordu, genel izlenim Hüseyinin yerine Tjikuzu’yu, Alanzinho’nun yerinde daha fazla Engin Baytar’ı görecek olmamızdı.

İlk hafta maçında Trabzon Sivas'ı tarihinde ilk defa deplasmanda yenebilmişti, ama asıl dikkat çeken tam da tahmin ettiğimiz gibi Trabzonspor un inanılmaz bir pas yüzdesi, topa sahip olma oranı (bu istatistik her verildiğinde Daum un ilk senesi Beşiktaş’la Trabzonu H. Avni Aker de 0-2 yendiği maçı hatırlarım, Dauma dahi sıfatı kazandıran maçı… O maçın ardından iki takımın topla oynama istatistiği Trabzonspor %73 BJK %27 idi) tek top oynama iştahı idi.

Müsabaka sonra bir hafta süresince, tüm Trabzonlular çok mutluydu, çok iyi bir başlangıç, çok iyi bir deplasmanda, çok iyi bir oyunla gerçekleşmiş, hocanın kendine güveni gelmişti. Tüm bu verilerin ardından Trabzonspor kendi evinde ligin zayıf halkası olduğu düşünülen Diyarbakırı ağırlayacaktı, her seneki sezonun ilk maçı kalabalığının dışında ayrı bir umutlu kalabalık vardı statta. H. Avni Aker’de ilk yarıdaki Giray’ın golünden sonra ikinci yarıdaki durumu hepiniz biliyorsunuz.

Burada sonuç önemli değil dikkat çeken asıl konu Trabzonspor un maçın ilk yarısında pas yapmaya çalışması, ancak ikinci yarıda skor rehavetiyle birlikte bunun üzerinde durmaması, bireysel oyuna yönelmesi, rakibi küçümsemesi. Bunun önlenememesi ise akıllara disiplin sorununu getirir ama bunları ve birçok farklı durumu konuşmak üzere çok ama çok erken olduğunu söylemek isterim. İşte tam da burada bu konunun bir miktar üzerinde duracağız. Aslında her birimizin zamanında amatör futbolculuğu ve her daim devam edecek halı(suni çim) saha tecrübelerimizde de sabitdir ki pasa dayalı bir futbol çok zordur; Çok çalışma, çok fazla bir arada oynama ve çok yetenekli oyuncular gerektirir.

Bu nedenle özellikle Türk futbolcusunun bundan kaçtığını düşünüyorum burada görülmesi gereken durum Broosa bu konuda ne kadar taviz verileceğidir. Geçen Sene Ersun Yanalın rakibe erken pres yapan, uzun toplar, az paslı kaos futbolundan sıkılanların, “pas yapan takım istiyoruz” diyen bazı yerel kalemlerin, Broosu ne kadar analiz edebileceklerini merakla bekliyorum. Aslında Trabzonspor'un Avrupa maçlarını da dahil ettiğimizde 5 maçının bizlere çok çarpıcı izlenimleri verdiği bir gerçek. Sivas maçında oyunun hemen her anında taktiksel pas ve topa sahip olmanın birebir uygulanması (tabi burada skor rahatlığını erişilse de deplasman faktörü ve Sivas baskısının bu durumun devamlılığında rol oynadığı bir gerçek).

Diyarbakır maçında ise ilk yarı pas yapan takımın skor üstünlüğünü elde edince amiyane tabirle cıvımaya başlamasıyla tepetaklak olması, daha sonra Toulouse maçı bu sistemin uygulanırlığına çok ilginç bir örnektirdir ki irdelenmelidir. Bu maçta Trabzonspor ön liberosu, stoperleri ve sağ ve sol kanat oyuncuları ile orta sahada paslar yaparak devamlı sağ açıktaki Serkanı kaçırma üzerine oyun planını kurmuştu, Gignacın golüne yapılacak hiçbirşey yoktu aynı şekilde Engin'in çalımalarını Fransızların seyretmesi gibi.

İlk yarı bu skorla bittiğinde benim kanımca Broos bu skoru oldukça yeterli görmüştü, dikkat ederseniz ikinci yarının ilk 10 dk sında Trabzonspor orta sahada inanılmaz bir pas trafiğine girdi ve rakibinin üzerine gelmesini bu arada gol bulmayı bekledi, burada planları bozan futbolda savunma paylaşımından uzak bir korner sonucu yenen goldü, daha sonra ise şuursuzca bir hucum, sonrada 3. gol.

Hazır yeri gelmişken söylemeden geçemeyeceğim, futbol oynayanlar çok iyi bilir teknik direktörün soyunma odasında söyledikleri sahada belirli bir noktaya kadar uygulanır ama işler gerçekten kötü gidiyorsa( ve bunun sonucu Trabzon gibi bir şehirde oluşacak haftaiçi taraftar baskısı ise) artık sahada oyuncu insiyatifi söz konusudur. Demek istediğim çok açık, Broos un oyun felsefesinde şuursuzca saldırma diye bir anlayış yok, hocanın mutlaka B ve C planları vardır ama bu taktiğin hocanın felsefesine aykırı olduğunu düşünüyorum.

Sonuç olarak 1-2 den sonraki şuursuz baskının futbolcu odaklı tribün arkalanmalı olduğu aşikar. Daha sonraki Manisa ve diğer Toulouse maçlarında inanılmaz bir nokta dikkatimi çekti, Takım ilginç bir şekilde sakin, huzurlu, rahat ve stressiz bit futbol sergiliyordu(bu iki maçında şeklen de olsa dönüm maçları olduğu gerçeğini unutmayalım). Hatta seyredenler bilir Toulouse maçının ikinci yarısına rakip takım ve hakemlerden dahi çok sonra çıkan Trabzonsporu, sanırım Fransız TV si de merak etmiş olacak ki, takımın soyunma odasından çıkışını naklen verdiğinde oyuncuların, inanılmaz rahat, kendinden emin ve vakur oldukları kafamı iyice kurcalamıştı.

Tüm bunları kafamda bir yerlere oturtmaya çalışırken imdada çok severek takip ettiğim 4-4-2 dergisi yetişti, dergide Broos ile yapılmış bir röportaj vardı, Broos oyuncuların üzerindeki ağır baskının bir an önce kaldırılması için her bir oyuncusuyla tek tek görüşmeler yaptığını anlatıyor sonunda da ekliyordu, "ancak bu baskının olumlu etkilerini de gözden kaçıramayız bu işi bir dengede tutmalıyız."

Aslında bu söylem bu 5 maçlık zinciri inanılmaz bir şekilde açıklıyor. Sivas maçı, lig başlangıcı, kredi yüksek, deplasman, stres yok ve sonucunda gelen bol pas, yüksek top yüzdesi ve galibiyet. Diyarbakır maçı ilk yarı olumlu taraftar desteği, bol pas, gol; ikinci yarı skor avantajıyla gelen savsaklama ve tepe taklak oluş ve o anda tribünden yükselen Fatih Tekke tezarühatı ile tüm yapının tarumar olması.

Toulouse maçı bir geçiş (ikinci yarının ilk 10 dk.sı hariç), ardından Manisa ve Toulouse maçlarında bol pas yapmaya çalışan, sakin, stressiz bir takım(skor ne olursa olsun). Buraya kadar her şey açık, ancak burada denklemin içinde hem üstlendiği görev hem de formüle etkisi belli olmayan iki bilinmeyen var. Bunlardan ilki bu oyun sistemine, tıpkı Ziya Doğan gibi çözüm bulabilecek futbol katili hocalar olması (boş alanları daraltıp takım halinde topun arkasında kalarak -birazda Mesut Bakkal-) bir diğer sorun ise panik hallerinde bu sistemden kopan oyuncuları ve takımı toparlayabilecek Broos disiplini.

Sanırım bu seneki Trabzonspor’un akıbetini bu bilinmezler belirleyecek. Tabi ki camia, statüko ve ulemanın hocayı ve takımı belki iyi niyetlide olsa eleştirmesine karşın yönetim ve hocanın tutumu tüm bilinmeyenlerin dışında denklemin tüm dizilişini etkileyecek bir noktada durmakta.

SEMİH BİLEN