5 Mayıs 2009 Salı

Güle güle Sami Hyypia!!!

“Buzların arasında filizlenirse bir yaşam, akışı da soğuk olur” demiş Finli romancı Mika Waltari. Bu güzel anlatımında İskandinavya’nın en soğuk ülkesinde yaşamış olmasının ne oranda etkisi vardır bilinmez. Yaptığı genel kişilik tahminin ne kadar tutarlı olduğu da... Yalnız ben bu sözü duyduğum da ince ince gülümsedim. Çünkü eğer Mika Waltari bir otuz yıl sonra yaşasaydı Sami Hyppia’yı tanıma fırsatı yakalayacak ve belki bu sözler için birkaç defa daha düşünmek zorunda kalacaktı. Bir insan yaşamı yeterli bir anti tez olurmuydu vecizesi için bilinmez ama Waltari’den otuz yıl sonra tüm Finlandiya öğrendi ki Sami Hyypia o soğuk ülkenin en sıcak öyküsünü yazıyor ve demek ki o öykü gerçekten de yazılabiliyor...


Zaten bu da bir ülkede yetişen en aykırı sporcularından birinin öyküsü, aykırılık kişilik özelliklerinden değil yaptığı spordan ileri geliyor. Çünkü tüm Dünya’yı avucunun içine hapseden futbolun sahip olduğu sadık güruhun çok az bir kısmı Finlandiya’da ikamet etmekte. Yani bu ülkede futbol üç, dört hatta beşinci önemli spor. İnsanlar yıllarca Hakinen’in formulası, Makinen’in Wrc’si daha önemlisi bilimum dallarda ki kış sporlarıyla haşır neşir olmuşlar. Bundan dolayı, Türkiye’de buz hokeyi oynama heveslisi bir genç nasıl görülüyorsa Finlandiya’da da futbol oynamaya çalışanlara o gözle bakılıyormuş.


Hele de yetmişlerin başında bu tutuculuk Hyypia’ya çok zor anlar yaşatmış. Güney Finlandiya’nın Porvoo kentinde gözlerini açtığında Dünya’ya yıl 1973’müş ve daha da kötüsü Ocak ayının tam ortasıymış. Finlandiya’da zaten daimi olan kış koşulları Ocak ve Şubat aylarında klimatolojiyi bile şaşırtan rekorlar kırdığından dolayı zor günlermiş Hyypia ailesi için... İkinci oğullarına Sami adını vermişler.


Hyypia 8 yaşına kadar geçirdiği normal çocukluk yıllarından sonra çok sevdiği denizci amcasının hediye ettiği bir top ile hayatı değişivermiş. Kendisini çok etkileyen futbola da ilk adımı bu şekilde olmuş zaten. Fakat daha önce söylediğimiz gibi futbola meyilli olmak dahi fuzuli bir hareket sayıldığından anne ve babası okula konsantre olması için çok zorlamışlar Hyypia’yı. Fakat kader bu ya, o topu hediye eden amca, bir gün Pallo Peikot isimli bir kulübe ortak olunca 11 yaşındaki Hyypia’yı da o amatör kulübün kadrosuna aldırmış... Bu günden sonra da onu o yoldan geri döndürebilmek imkansız hale gelmiş zaten.
Futbolu, bu alanda zaten çok gelişmemiş olan Finlandiya’nın amatör takımın da öğrenmek Hyypia için zor gözükse de yaşıtlarına oranla dev gibi görünen fiziği ile ileri uçta bol miktarda gol bulup kendini hemen farkettirmiş. Ancak yaşının henüz genç olmasından sebep gelen aile baskısı onu 15 yaşında ülkenin önemli kulüplerinden Turku forması giymesini de engellemiş...
Bir kaç yıl sonra 19 yaşına bastığı günlerde ise yine önemli bir kulüp olan Mypa’dan gelen teklif artık yaydan çıkmış okun geri dönüşünün olamaması gibi Hyypia’yı da geri dönemek üzere ayırdı ailesinden ve üniversitesinden.


Mypa ülkenin bir diğer futbol idolü Jari Litmanen’in de ilk forma giydiği kulüplerden birisi. Hatta 1992 yılında Hyypia’nın kulübe katıldığı dönemde kısa bir süre birlikte forma giydiler aynı takımda ve kulüp o yıl Finlandiya kupasına erişti. Litmanen o yıl ayrılıp Avrupa’nın üst sınıf oyuncuları listesine yazılırken Hyypia’nın daha vakti vardı hareket için. Zaten bir savunma oyuncusu olarak çok iyi bir fiziğe sahip olsa da yavaş ve zayıf olması onu Avrupa için cazip kılmıyordu, böyle söylemişti yardımcı antrenörü olan Kopelainen.
Bu sözler kulağından hiç gitmedi Hyypia’nın çünkü 19 yaşındaydı ve kanı futbol için kaynamaya başlamıştı bile. Aynı yıl Finlandiya milli takımına da dahil oldu hemde ikinci kaptan olarak! Çünkü Hyypia oyunuyla kendini ülke futbolunda kabul ettirmiş bir savunmacıydı ve yaşı çok da önemli değildi kaptanlık için. Bu yıllara hep fırsat gözüyle baktığını söylüyor Hyypia. İskandinav genlerinde ki sakinlik her ne kadar kendisinde sınırlı olsa da sabretmenin başarının anahtarı olduğunu keşfetti ve elindeki zamanı hızlanmak ve güçlenmek için kullanma kararı aldı. Çünkü Mypa’da oynadığı futbolun sadece kendini belli standartlara getirip orada kalacağına ve kendisinde bulunan daha önemli yeteneklerin ancak Avrupa’da ortaya çıkacağına inanıyordu. En önemlisi de içinde ki bitmek tükenmek bilmeyen futbol sevgisiydi.


Hyypia takım kaptanı olarak geçirdiği üç yılın ardından 1995 yılında da bir Finlandiya kupası kazandı ve o sezon Avrupa için ilk önemli adımını attı. Anlaştığı bir kaç menajer aracılığıyla önce belli liglere gidebilmek için kulüp arayışına koyuldu. Büyük liglerin hiç birinden cevap gelmezken sadece Newcastle United onu deneme için çağırdı. Kevin Keegan yönetimindeki Newcastle ile iki hafta antremanlara çıkan Hyypia henüz Premiership için yeterli görülmemiş olcak ki geri yollandı Newcastle tarafından. Ancak Keegan bir kaç yıl sonra onun iyi bir futbolcu olacağını fısıldadı kendisine.
Hyypia bu iki haftayı hayatının ne önemli günleri olarak hatırlıyor. Çünkü bir İngiliz takımını bu kadar yakından görebilmek, onların arasında olabilmek hele de Keegan gibi bir ismin antremanlarında bulunabilmek gerçekten şanslı azınlığa nasip olabilecek bir durum. Özellikle de Finlandiyalı iseniz... Hyypia Newcastle denemesinden zaten hiç bir şey ummuyordu. Sadece orada yaşadığı deneyim ve gördükleri, bir gün tekrar İngiltere’ye dönme arzusunu alevlendirdi hiç sönmemek üzere. Hyypia’nın forma giymek istediği ortamda aradığı asıl kriter ülkenin futbola bakışının ve sevgisinin üst düzey olmasıydı. Bunlar gözönüne alındığında Türkiye uygun göründüğünden Samsunspor’la bağlantıya geçildi ve deneme antemanları için Samsun’a hareket etti Hyypia.


Aslında istedikleri için doğru adresteymiş gibi görünse de mantalitenin zayıflığını maalesef kestiremedi. Dönemin teknik direktörü Gigi Multescu on gün süren denemelerin ardından Hyppia’yı geri yolladı hiç düşünmeden. Fark çok açıktı; Keegan bir kaç yıl sonra belki demişti, Multescu ise işe yaramaz!

Avrupa seviyesine yükseliş yolunda ki zaman kaybımımızın sebeplerini çok güzel açıklayan bu olaydan sonra Hollanda birinci lig kulüplerinden Willem istedi Hyypia’yı. Sonunda düşündüğü gibi bir kulübe gelmişti. Futbola önem veren, ateşli bir taraftarı olan daha da önemlisi kendini geliştirebileceği bir lig idi Hollanda ligi. Willem’de dört sezonda tam yüz maç oynadı üç gol attı. Kulübün ve taraftarın en sevilen oyuncusu oldu ve kaptanlığa yükseldi dört yıl içinde.
Hollanda liginin en etkili savunmacıları arasında geçiyordu ismi ve artık sadece Hollanda ve Finlandiya tarafından tanınan bir oyuncu değildi. “Willem yolun başlangıcıydı benim için” diyor Hyypia. Oynadıkları futbol isimini duyurabilmek için yeterli olacak bir başarıyı getirdi; Willem tarihinde ilk defa Şampiyonlar Ligi elemeleri oynayacaktı. Hyypia hayatının en huzurlu günlerini yaşıyordu Hollanda’da ama içten içe de gelecek olan bir haberi bekliyor gibiydi...


1998-99 sezonunun ortalarıydı. Liverpool başkanı Peter Robinson Anfield Road’daki ofisinde otururken kapısı çaldı. İçeri giren daha önce hiç görmediği ve tanımadığı bir isimdi. Kendini tanıttı; Avrupa’daki bir çok maçı görüntüleyen bir tv kameramanıydı gelen. Liverpool’un etkili bir savunmacı aradığını biliyordu. Bir tavsiyede bulunmak istediğini iletti ve Hollanda’da bir kaç defa izleme fırsatı yakaladığı dev savunmacı Sami Hyppia’yı mutlaka izlemelerini önerdi ve gitti.
Bunun üzerine Peter Robinson, kulübün oyuncu izleme komitesi şefi, aynı zamanda Shankly’nin efsane kadrosunun da savunmasında dev cüssesiyle görev yapan Ron Yeats’i görevlendirdi. Hyypia’yı aylarca izlediler. Aynı zamanda Sunderland’de onu izliyordu ama gelen haberler Hyypia’nın fiziği nedeniyle Britanya futboluna ayak uyduramayacağı kanaatine varmış olan Sunderland yetkililerinin transferden vazgeçtiği yönündeydi.


Ron Yeats ve ekibi izlemeye devam etti Hyypia’yı. Helsinki’de oynanan Finlandiya Almanya maçı içinde bizzat tribünde yer aldı Yeats. Almanya’nın dev forveti Karsten Jancker’in Hyypia tarafından nasıl sürklase edildiğine de canlı şahit oldu yani!
Liverpool’da ki yılları gelmişti aklına Yeats’in. Hyypia’nın kendisinden yıllar sonra kırmızların savunmasındaki yeni dev olacağına inandı ve Robinson’un önüne üzerinde koca bir O.K yazan raporunu sundu...

Bundan sonrası ise hikayenin peri masalı kıvamında olan kısmı. Wiilem’e teklif edilen üç milyon pound ve Hyppia’nın Premier lig’e hemde Liverpool gibi bir takımla merhaba demesi... “O gün bana haber geldiğinde alacağım paranın ya da şartlarının ne olacağı umrumda değildi, Liverpool’un en berbat hostelinde bile kalabilirdim...” diyor kendi sözleriyle.

Evet Hyypia’nın bu şekilde başlayan macerası kimilerine göre çok uzun kimilerine göre çok kısa sürecekti. Çünkü kırmızı formanın ağırlığı her oyuncunun kaldırabileceği türden değildi. Ama Hyypia hayatının her anında olduğu gibi kendine yeni hedefler koydu ve onların uğrunda savaşmaya başladı, açık farkla da galip çıktı savaşından. İlk yılında transferini çok istemiş olan Gerard Houllier tarafından Stephane Henchoz’la birlikte defansın ortasında başladı macerasına. Çok güzel bir ikili oluşturmuşlardı, sürekli yükselen bir form grafiği ve akılamaz bir disiplinle oynaması takım içinde herkese ekstra motivasyon sağlıyordu.


İlk sezonun da gösterdiği performans ve forma giydiği otuz sekiz maç sonunda Houllier tarafından 3. kaptanlığa atandı. Fowler ve Redknapp ile birlikte bu görevi paylaşıyordu. İkinci sezonun da sürpriz golcü özelliğininde ön plana çıkmasıyla ve istikrarlı oyunun devamıyla Anfield’ın ebedi sahiplerini hayran etti kendine.


Aynı yıl Finlandiya’da bir fubolcunun alması imkansız denilen yılın sporadamı ödülünü kazandı. Artık Hyypia sadece Finlandiya’nın değil, İngiltere’nin hatta Avrupa’nın en çok gıpta edilen oyuncularından biriydi. Redknapp’in takımdan ayrılmasıyla birinci kaptanlığa yükseldi. Kaptan her maçında takımının başında sahaya çıkıyor çok ciddi sakatlansa dahi takımda ki yerini çabuk alıyordu. Çünkü bir sporcunun sahip olması gereken tüm disiplin onda fazlasıyla mevcuttu.

2003 yılında artık bir çok başarıyı elde edip fazladan çalışmaya ara verdiği bir dönemde Susanna Rissanen’le hayatını birleştirdi. Birde oğlu Nestor Hyypia dünyaya geldi. Artık herşey yolundaydı. Yıllar boyunca amaçları uğruna çalışmanın meyvesi alan Hyypia takıma yeni gelen Rafel Benitez’in de kısa zamanda vazgeçilmezi oldu. Kaptanlığı Liverpool’un yeni idolü Gerard’a kaptırsa da bunu dert etmedi çünkü yeni hedefi kulüp bazlı bir başarı idi. 2005 yılı şampiyonlar ligi tam da onun dilediği gibi oldu. Çeyrek finalde Juventus’a karşı attığı kafa golü takımın galibiyetinin yolunu açtı ve finale yürümeyi başardılar.

Tüm Liverpool için tarihin yeniden canlandığı yer olarak anılan İstanbul’da kupa ellerinde ellerinde yükseldi Hyypia’nın... Daha önce kazandıkları UEFA ve Süper Kupa’dan sonra Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu Hyypia’nın kişisel tarihine kazandığı en büyük başarılar olarak yazıldı.


Hyypia, tüm özverisiyle mücadele etmesinin meyvelerini toplamaya başlamıştı. Herkes bilir Liverpool taraftarı sevgisini verdiği oyuncuyu Anfield semalarında gezdirir. İşte Hyypia bunu hakedenlerin arasında yerini aldı. Taraftar anketlerinde en sevilen yabancı oyuncu olarak sürekli ve açık farkla birinci çıkıyordu. Daha önemlisi tüm takımda Gerard’dan sonra en çok sevilen oyuncu ünvanını aldı!


Finlandiya’da da Liverpool’un ülke tarihindeki en popüler yabancı kulüp olmasını sağlayan da yine kendisiydi. Ülkede onlarca Liverpool fan kulübü kuruldu. Hatta 2004 yılında Liverpool, Haka ile oynayacağı bir maç için Finlandiya’ya gittiğinde stadın büyük bölümü Liverpool atkılarını açtılar...

2009 sezonun sonu onun için yıllar süren Anfield rüyasının sonu demek. Milyonlarca Liverpoollu bugün onun Leverkusen'e attığı imza ile sarsıldı ne diyelim artık Bundesliga düşünüsün!
Hyypia aslında tüm insanlar için bir örnektir. Sadece futbolda değil hayatın her alanında hedefler doğrultusunda sistemli ve çok çalışmanın getirdiği sonuçların örneğidir. Finlandiya’nın herhangi bir şehrinden çıkıp futbol literatürünün en köklü takımının en iyi yabancıları sıralamasında en önlerde yer almak, taraftarına kendini aşık ettirmek, kazanılabilecek bir çok sportif başarıyı kazanmak ve bunları yaparken bir an olsun şımarmamak, disiplinden ve çalışmaktan taviz vermemek ve en önemlisi yaptığı işe yüreğini koymak...
İşte bunların tümü Sami Hyypia başlığında birleşti ve sunuldu bize. Bugün bu işe yeni başlayan her genç futbolcuya anlatılmalı Hyypia’nın hikayesi. Özellikle de bazı gerçekleri göremeyenlere. Hyypia’nın en büyük hayranı olan Kop tribünü onun için hep bir ağızdan şöyle bağırıyor.”Dörtlü bir defansımız var, ortasında o var, gerçekten korkunç bir dev, o Sami Hyypia!!!” O bahsedilen korkunçluğu sadece rakiplerinin penceresiyle sınırlı Hyypia’nın... Zira 87 maç boyunca tek bir sarı kart görmeden Premier lig’de savunmacılık yapmak korkunçluk olamaz!

4 yorum:

  1. oncelikle blog cok guzel, tebrik ederim. sami yazisi da duygusal olmus, yolu acik olsun gercek kahramanın!!

    YanıtlaSil
  2. muhteşem bi yazı..Bi solukta okudum bunuda.Eline sağlık gerçekten..Hyypia hayranlığımda bi kaç kat daha arttı onuda belirteyim :)

    YanıtlaSil
  3. @Alfredo

    Hyypia yeteneğinden ziyade, azmiyle bir yerlere gelmiş ve oralara gelirken gerçekten tırnaklarıyla kazımış bir oyuncudur. Kendi kendine kulüplere beni alın diye başvuran başka topçu yoktur sanırım.:)

    @Scouseronline

    Dostum teşekkür ederim, Erdem Mergen söylemişti blogunu, bilgin olsun :)

    YanıtlaSil
  4. vay be bizim erdem bi ise yaradi desene :) yorumlarını beklerim ben de! pek yorum yazan olmuyor, kendin yaz kendin oku takiliyorum valla :)

    YanıtlaSil