Bu derbi portresi futbol tabanlı olsa da yazma veya hatırlatma amacımız yarın oynanacak Euroleague Final Four'udur. Yunan basketboluyla sınırlandırılamayacak derecede büyük olan iki kulüp kozlarını Berlin'de paylaşacak. Öncelikle maçın Berlin'de olması yabancı nüfusu açısından şehrin ikincisi konumundaki Yunanlılar'ı sevindirdi. Euroleague yetkililerini ise tedirgin etti, sebepleri aşağıda...
Dönelim tekrar 1930 yılına ve doğurduğu sonuçlara... Yaşanan bu otobüs olayının bir hafta sonrası iki takım Atina’da karşılaşacaklardı. Maçtan saatler önce on bin kişi tribünleri Yunan tabiriyle “sardunya yaprağı” gibi doldurmuşlardı. Bu rakam, dönemin stad kapasitesi ve spora olan ilginin yaygınlığı gözönüne alındığında ciddi bir rakamdı. Aslında herkesin amacı bir hafta önceki olayın getireceklerini yerinde görmekti. Maça İtalyan bir hakem getirilmişti, çünkü, hiç bir Yunan hakeme güvenilmiyordu. Bu maçı Panathinaikos 8-2 gibi müthiş bir skorla kazandı. Bu sonuçla rövanş için avantaj yakalamanın yanında, milli takıma tepkilerinde ne kadar haklı olduklarını ıspatladılar. Ama yaptıkları eylem ve milli takım oyuncularının tartaklanması, bir yerlerde birilerinin canını sıkmıştı... Panathinaikos taraftarları bir hafta sonra Aris maçı için teknelerle Selanik’e giderken hemen peşlerinden yola çıkan bir kaç tekne de Aris’i desteklemeye giden Olympiakoslular’ı taşıyordu. Limana geldiklerinde gemilerden aynı anda inen taraftarlar, karşı karşıya geldiklerinde aralarındaki kavga dövüş tarihi yazılmaya başladı... Hemen ertesi hafta Pire’de oynanacak olan 8-2’nin rövanşı için Pire emniyeti Panathianikos taraftarlarının can güvenliğini garanti edemeyeceğini açıklıyordu. Maç tehir edildi ilerleyen bir tarihe.
Avrupa’nın en organize tribün gruplarına sahip olan bu iki takım taraftarları, sosyal yaşamdaki birarada yaşama geleneğine stadyumlarda dur dediler. Son yıllarda çok sayıda saldırı, yaralama hatta ölümle sonuçlanan vakalardan dolayı iki takım taraftarlarını birbirlerinin stadına gitmesi yasaklandı. Stadyumlarda kullandıkları kapı isimleriyle anılan Panathinaikos’un “Gate 13” ve Olympiakos’un “Gate 7” taraftar grupları bu olayların başrol oyuncularıydı. Bu gruplar stad çevresinde gerekli gayrı resmi güvenlik önlemlerini almaktan tutun, futbolcular ve yöneticilerle işbirliği içinde bulunmaya kadar geniş bir alanda faaliyet gösterirler...Rakibe olan nefret, kendi takımlarına olan sevgiden daha ateşlidir. Yaptıkları tezahüratlarda rakip takıma küfür edilen bölümlerde her zaman daha fazla ses çıkar!
2001 yılının Nisan ayı... Atina-Pire otobanında yol alan bir otobüs, bir grup insan tarafından yola koyulan bazı engellerle durduruldu. Bu kovboy filmlerindeki posta arabası soygunlarını hatırlatan sahnenin aktörlerinin amacı elbette soygun yapmak değildi. Ama bu insanları otoban ortasında korumalı bir otobüsü durdurmayı tetikleyen sebep neydi...
1930 yılının Haziran ayı... Bükreş’ten Atina’ya gelen ve şehire henüz giriş yapmış olan otobüsü yolda bir insan kalabalığı karşılıyor. Otobüs durduruluyor ve içindeki insanlar aşağıya indiriliyor. Bu otobüs, 8-1’lik Romanya mağlubiyetini alan Yunan milli takımının otobüsü. Oyuncularının iki tanesi hariç tamamının Olympiakoslular’dan seçilmiş olmasını bu mağlubiyete bağlayan Panathinaikos taraftarları, futbolcu ve yöneticiler dahil tüm milli takım kafilesini tartaklıyor...
71 yıl sonra Pire yolunda durdurulan otobüsün sırrı da bu... Sebep bu olayla benzerlik göstermese de amaç aynı. Yani rakip oyuncuları sindirmek, hatta açıkçası onlara zarar verebilmek... 71 yıl öncesiyle tek fark, içerdekilerin ve dışardakilerin yer değiştirmiş olması. Otobüs Panathinaikos’lu sporcuları taşımakta, dışardakiler ise fanatik Olympiakoslular... Camlar kırılıyor, oyuncular tartaklanıyor, polis müdahele ediyor... Atina’da doğal karşılanan görüntüler tekrarlanıyor...
1930 yılındaki olay, doğurduğu sonuçlar açısından bir milattı... Helen halkının, post-modern dönemde edindiği tutkuları, savaş meydanlarında bastırması Grek medeniyetinin daha da önemlisi Akdenizliliğin bir gereği idi. Modern dönemlerde bastırılacak duygular elbette savaşlar olamazdı. Zira gelişen Dünya, global bir barış sürecindeydi 2. cihan harbi sonrasında... Milattan kastımız; Yunan insanının tutkusuna olan bağlılığını, yeşil sahalarda rakiplere nefret olarak yansıtmasının miladı... Futbol savaşının miladı... her şeyin ötesinde, dünya tarihine damga vurmuş bir spor rekabetinin miladıdır...Dönelim tekrar 1930 yılına ve doğurduğu sonuçlara... Yaşanan bu otobüs olayının bir hafta sonrası iki takım Atina’da karşılaşacaklardı. Maçtan saatler önce on bin kişi tribünleri Yunan tabiriyle “sardunya yaprağı” gibi doldurmuşlardı. Bu rakam, dönemin stad kapasitesi ve spora olan ilginin yaygınlığı gözönüne alındığında ciddi bir rakamdı. Aslında herkesin amacı bir hafta önceki olayın getireceklerini yerinde görmekti. Maça İtalyan bir hakem getirilmişti, çünkü, hiç bir Yunan hakeme güvenilmiyordu. Bu maçı Panathinaikos 8-2 gibi müthiş bir skorla kazandı. Bu sonuçla rövanş için avantaj yakalamanın yanında, milli takıma tepkilerinde ne kadar haklı olduklarını ıspatladılar. Ama yaptıkları eylem ve milli takım oyuncularının tartaklanması, bir yerlerde birilerinin canını sıkmıştı... Panathinaikos taraftarları bir hafta sonra Aris maçı için teknelerle Selanik’e giderken hemen peşlerinden yola çıkan bir kaç tekne de Aris’i desteklemeye giden Olympiakoslular’ı taşıyordu. Limana geldiklerinde gemilerden aynı anda inen taraftarlar, karşı karşıya geldiklerinde aralarındaki kavga dövüş tarihi yazılmaya başladı... Hemen ertesi hafta Pire’de oynanacak olan 8-2’nin rövanşı için Pire emniyeti Panathianikos taraftarlarının can güvenliğini garanti edemeyeceğini açıklıyordu. Maç tehir edildi ilerleyen bir tarihe.
Futbolun baharı dediğimiz otuzlu yıllar... Dünya’nın oyuna yeni yeni alıştığı yıllardı. Bu dönemde yukarıda bahsettiğimiz olaylara rastlamak neredeyse imkansızdı. Ülkemizde bile yanyana maç seyredilen ve henüz kötü tezahüratın bile ayıp sayıldığı dönem... Dolayısıyla hemen yanıbaşımızda, İşgalinden yeni kurtulduğumuz ülkenin başkentinde yaşananlar kimsenin anlayabileceği şeyler değildi. Ama Yunan halkı anlıyordu... Yaşadıkları ekonomik çalkantılar belli farklılıklar yaratmıştı halk arasında. Özellikle başkent Atina kozmopolit yapısı itibarıyla bir çok insan portresini içinde barındırıyordu. Şehirin merkezi daha elit kesime ev sahipliği yaparken kent dışı, yoksul semtlerden ibaretti. Dolayısıyla bu semtlerin Atina merkezine ve insanına bakış açısı çok hoş değildi. “Pire”de bu sınıfa giren ama diğerlerinden farklı olarak bir limanı olan ve buna rağmen dışlanan bir bölge idi... Bu züppe kentten intikamlarını almak için bir yol bulmalıydılar çok geçmeden de buldular. Bir futbol takımı kurup Atinalılar’ı yeneceklerdi. Ama Atina’nın zenginleri kendi futbol takımlarını 17 yıl önce kurmuştu...
1908 yılında bir binicilik kulübünde sporculuk yapan aristokrat ailelere sahip üç genç, biniciliği bırakarak bir futbol takımı kurmaya karar verdiler. İlk isminide “Podosfairikos Omilos Athinon”(Atina Futbol kulübü) koydular. Ancak kulüp ilk yıllarda çok önemli mücadeleler yapamadı çünkü henüz ülkelerinde futbol yaygınlaşmamıştı ve çok fazla takım yoktu. 1911 yılında bugün sahip olduğu renkleri edindiler ilginç bir tesadüfle. İstanbul’dan gelen Yunan asıllı Türk “Michalis Papazoglu” İstanbul’da mensubu olduğu Kalamış menşeili “Chalkidona” takımının renkleri olan yeşil beyazı ve armasındaki yoncayı bu takıma adapte etti. Bu şahıs aynı zamanda iyi bir atlet olmakla beraber Türkler'e futbolu öğreten adam olarak biliniyordu… Sonuç olarak bu en köklü Yunan kulübüne renklerini ve armasını hediye eden şahıs, bir kaç yıl sonra büyük bir savaşa girecekleri Türk milletinin bir ferdi idi… Kulüp 1924 yılında bir isim farklılaştırmasına giderek ismini “Panathinaikos Athliticos Omilos” yani PAO (Panathinaikos atletizm kulübü) olarak günümüzde kullanılan haline getirdi… Ezeli rakibinin kuruluşunu beklerken, tam anlamıyla vakit öldürdü PAO… Yurt dışında bir kaç maç yaptı, ülkede kurulan beş takımlı ligde oynadı, hatta şampiyon oldu ama bir türlü gereken rekabet ortamı yaratılamadı 1925 yılına kadar…
Bu yıl Pire’de konuşlanmış olan “ Pire futbol kulübü” ve “Pire fan kulübü” artık güçlerini birleştirip başkentin merkezine yolculuk yapmaya karar vermişlerdi. Liman işçisi bir kaç gencin önayak olduğu bu organizasyon başarıyla sonuçlanmış, kulübün ismi de Olimpos dağında yaşadığına inanılan tanrıların, desteğini manevi olarak alabilmek ve spor ruhunu yansıtabilmek amacıyla “Oliympiakos” olarak verilmişti. Atina’nın ezilen kesimi artık bir kahramana sahipti ezebilmek için…
Olympiakos’un kuruluşunun ilk yıllarında bir kardeş bulmuşçasına sevinen PAO, sürekli olarak birlikte hareket ediyordu Olympiakos’la. Helen futbol federasyonunun kurulduğu yılın hemen ertesinde küçük kardeşleri AEK’yı da alarak protesto ettiler federasyonu ve üçü aralarında maçlar yaparak mini bir lig oluşturdular. İlk başlarda Panathinaikos düşmalığı had safhada olan Olympiakos ve Pire halkı, başkentin önemli bir parçası haline gelmelerinden dolayı mutlu olmuşlardı, önemli hissediyorlardı kendilerini ve askıya almışlardı kinlerini. Ta ki 1930 yılındaki başta anlattığımız o talihsiz olaylar zincirine kadar... O gün itibarıyla artık Yunanistan’da bir Olympiakos ve Panathinaikos gerçeği vardı yıllar yılı değişmeyecek...
1908 yılında bir binicilik kulübünde sporculuk yapan aristokrat ailelere sahip üç genç, biniciliği bırakarak bir futbol takımı kurmaya karar verdiler. İlk isminide “Podosfairikos Omilos Athinon”(Atina Futbol kulübü) koydular. Ancak kulüp ilk yıllarda çok önemli mücadeleler yapamadı çünkü henüz ülkelerinde futbol yaygınlaşmamıştı ve çok fazla takım yoktu. 1911 yılında bugün sahip olduğu renkleri edindiler ilginç bir tesadüfle. İstanbul’dan gelen Yunan asıllı Türk “Michalis Papazoglu” İstanbul’da mensubu olduğu Kalamış menşeili “Chalkidona” takımının renkleri olan yeşil beyazı ve armasındaki yoncayı bu takıma adapte etti. Bu şahıs aynı zamanda iyi bir atlet olmakla beraber Türkler'e futbolu öğreten adam olarak biliniyordu… Sonuç olarak bu en köklü Yunan kulübüne renklerini ve armasını hediye eden şahıs, bir kaç yıl sonra büyük bir savaşa girecekleri Türk milletinin bir ferdi idi… Kulüp 1924 yılında bir isim farklılaştırmasına giderek ismini “Panathinaikos Athliticos Omilos” yani PAO (Panathinaikos atletizm kulübü) olarak günümüzde kullanılan haline getirdi… Ezeli rakibinin kuruluşunu beklerken, tam anlamıyla vakit öldürdü PAO… Yurt dışında bir kaç maç yaptı, ülkede kurulan beş takımlı ligde oynadı, hatta şampiyon oldu ama bir türlü gereken rekabet ortamı yaratılamadı 1925 yılına kadar…
Bu yıl Pire’de konuşlanmış olan “ Pire futbol kulübü” ve “Pire fan kulübü” artık güçlerini birleştirip başkentin merkezine yolculuk yapmaya karar vermişlerdi. Liman işçisi bir kaç gencin önayak olduğu bu organizasyon başarıyla sonuçlanmış, kulübün ismi de Olimpos dağında yaşadığına inanılan tanrıların, desteğini manevi olarak alabilmek ve spor ruhunu yansıtabilmek amacıyla “Oliympiakos” olarak verilmişti. Atina’nın ezilen kesimi artık bir kahramana sahipti ezebilmek için…
Olympiakos’un kuruluşunun ilk yıllarında bir kardeş bulmuşçasına sevinen PAO, sürekli olarak birlikte hareket ediyordu Olympiakos’la. Helen futbol federasyonunun kurulduğu yılın hemen ertesinde küçük kardeşleri AEK’yı da alarak protesto ettiler federasyonu ve üçü aralarında maçlar yaparak mini bir lig oluşturdular. İlk başlarda Panathinaikos düşmalığı had safhada olan Olympiakos ve Pire halkı, başkentin önemli bir parçası haline gelmelerinden dolayı mutlu olmuşlardı, önemli hissediyorlardı kendilerini ve askıya almışlardı kinlerini. Ta ki 1930 yılındaki başta anlattığımız o talihsiz olaylar zincirine kadar... O gün itibarıyla artık Yunanistan’da bir Olympiakos ve Panathinaikos gerçeği vardı yıllar yılı değişmeyecek...
Şehir yıllarında etkisiyle globalleşti ve bu iki takım da birer dev haline geldi. Artık ne peşlerinde koşturan liman işçilerinin çocukları, nede aristokrat aileler kalmıştı. İsimleri Avrupayı aşmış, milyon dolarlık bütçeleri olan kulüplerdi. Ama 77 yıl önce başlayan kin hiç bitmedi, tam tersine sürekli olarak gelişti. Atina’da doğan her çocuk bu nefretle büyüdü ve taraf oldu. Rekabeti filizlendiren etken yıllar önceki “zengin fakir” çekişmesi gibi görünse de artık ortada bu kavramlar olmadığından dolayı, rekabet kanıksanmıştı . Bundan dolayı sorulan taraftarların bir çoğu neden zıtlık içinde olduklarını dahi bilmiyorlardı. Onlar için rakip, sadece nefret edilecek, aşağılanacak yeri geldiğinde de şiddet uygulanacak bir düşmandı. Sosyal anlamda ülkede yaşanılanlar diğer dünya rekabetleri ile belirgin bir şekilde ayrılıyordu. Dini, siyasi ya da coğrafi bir çekişme asla değildi bu. Sosyal hayatın her anında içiçe yaşıyorlardı. Bu anlamda ülkemizde yaşanan rakabet örnekleriyle paralellik arz etmekteydi. Aynı okullarda okuyorlar, aynı kilisede ibadet ediyorlar, aynı işyerlerinde çalışıyorlardı. Daha ötesi Pek çok canlı örneği olduğu gibi PAO taraftarı bir babanın Olympiakos’lu oğlu olabiliyordu yada tam tersi...
Avrupa’nın en organize tribün gruplarına sahip olan bu iki takım taraftarları, sosyal yaşamdaki birarada yaşama geleneğine stadyumlarda dur dediler. Son yıllarda çok sayıda saldırı, yaralama hatta ölümle sonuçlanan vakalardan dolayı iki takım taraftarlarını birbirlerinin stadına gitmesi yasaklandı. Stadyumlarda kullandıkları kapı isimleriyle anılan Panathinaikos’un “Gate 13” ve Olympiakos’un “Gate 7” taraftar grupları bu olayların başrol oyuncularıydı. Bu gruplar stad çevresinde gerekli gayrı resmi güvenlik önlemlerini almaktan tutun, futbolcular ve yöneticilerle işbirliği içinde bulunmaya kadar geniş bir alanda faaliyet gösterirler...Rakibe olan nefret, kendi takımlarına olan sevgiden daha ateşlidir. Yaptıkları tezahüratlarda rakip takıma küfür edilen bölümlerde her zaman daha fazla ses çıkar!
Rekabetin anayasası lig şampiyonluğudur. Burada Olympiakos’un bariz bir üstünlüğü olduğunu görürüz. Son onbir yılda sekiz tanesi üstüste olmak suretiyle on tane, toplamda da otuz beş lig şampiyonluğuna karşın Panathinaikos’un aldığı ondokuz şampiyonluk bu farkın açık göstergesidir. Buna karşılık Panathinaikos Avrupa başarılarıyla övünse de aralarındaki rekabet sadece ülke bazlı sonuçlarla ölçülebilir. Buna, 2004 yılında Avrupa şampiyonu olan Yunan milli takımı ile ilgili yorumlara Gate 7 taraftarlarının bir Panathinaikos galibiyeti kadar sevinmemiş olduklarını beyan etmeleri en güzel örnektir... Yunan futbol tarihinin en iyi kalecilerinden biri olarak gösterilen Nikopolidis’in Olympiakos’a transferi taraftar gündemine girmiştir. Gate 13 bir sonraki maç boyunca Nikopolidis’i protesto eder ve ağır küfürlü tezahüratlarda bulunur... Onlar için rakip takım forması giyen bir futbolcu takımını ve formasını satan bir aşağılıktır...
Derbi, Olympos’un tepesinde oturan tanrıların birbirleriyle savaşlarına benzetilir. Şiddetli ve ölümsüz... Karaiskaki yada Apostolos Nikolaidis iki kulübün tarihinde önemli yerlere sahip insanların isimlerini verdikleri bu stadlar, savaşın kaleleridir ve kaleye yaklaşan düşmalara hoşgörü maalesef gösterilmez. En başta yazdığımız gibi, Atina alışmıştır bu görüntülere. Ve artık tüm Dünya biliyordur “Antik Yunan”’da savaş tanrılarının hala yaşadığını...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder